11 Nisan 2013 Perşembe

TANRILAŞAN İNSAN




Engin Erkiner
Buraya yazı yazmayalı çok oldu, biliyorum. Umarım bundan sonra bu kadar ara
 vermem…
 Önce birkaç ay önce okuduğum felsefe dergisindeki konudan söz edeyim:
 Dergi o sayısını Tanrı konusuna ayırmıştı ve kapakta şöyle soruyordu:
 “Tanrı iyi bir düşünce midir?”
 Bu soruya değişik yanıtlar veren birkaç filozofla söyleşi vardı.
 Tanrı iyi bir düşünce, burası açık…
 Çözemediğinizi O’na bağlıyorsunuz ve böylece geçici olarak da olsa çözmüş
 oluyorsunuz.
 Ama insanı durdurmak mümkün değil… O geçici olarak Tanrı’ya bağlananın da
sonu geliyor, çünkü soru açıklanabiliyor.
 Tanrı daha geriye çekilmek zorunda kalıyor.
 İnsanlık tarihinin başlangıcından beri sürekli geri çekilmek zorunda kalan
 Tanrı düşüncesinin gittikçe dar bir alana sıkıştığının en iyi bilincinde
 olan Katolik Kilisesi’dir denilebilir.
 1980’li yılları hazırlayacak olursak…
 Evrenbilim, Tanrı düşüncesinin zafere ulaşacağı ya da büyük yenilgi
 yaşayacağı bir alan…
 O yıllarda Büyük Patlama Kuramı vardı.
 Evren, son derece yoğun ve son derece küçük bir cismin patlaması ve
 parçalarının yayılmasıyla zaman içinde oluşmuştu.
 Katolik Kilisesi (herkes Müslümanlar gibi uyumuyor sonuçta) bu kuramın
 yaradılış düşüncesiyle uyum içinde olduğunu ilan etti.
 Biraz acayip bir ilandı bu…
 Tanrı, varsa eğer, evreni yaratmak için neden bu kadar karmaşık bir yola
başvurmuştu?
Bunun cevabı yoktu.
 Katolik Kilisesi’ne göre fiziksel dünya büyük patlamanın ardından fizik
 yasalarına göre gelişmişti. Tanrı bu gelişmeye karışmamıştı.
 İstersen aksini savun, yıllarca savundular ve sürekli kaybettiler. Bu
 nedenle artık savunmuyorlar.
 1987 ya da 1988 yılında Papa VI. Jean Paul Vatikan’da bilimsel bir kongre
topladı.
 Bu kongreye zamanın önemli evrenbilimcileri çağrıldılar. Aralarında Stephan
 Hawking de bulunuyordu.
 Kongrede Papa’nın bir ricası oldu:
 Evrenbilimcilerin büyük patlamadan önce ne olduğunu araştırmamalarını
 istedi.
 Evrenin halen geçerli olan teoriye göre büyük patlamayla oluştuğu biliniyor.
 Peki daha önce ne vardı sorusu ister istemez soruluyor ve araştırılıyor.
 Papa, teolojinin yeniden büyük yenilgi yaşamaması için daha öncesinin
 araştırılmamasını istedi.
 Tabii onun istemesiyle bir şey olmuyor, araştırmalara devam edildi.
 Hawking’in son kitabı, “Evrende Tanrı’ya yer yok” görüşünü savunur.
 Evrenin başlangıcından bugününe kadar olup bitenler fizik yasalarıyla
 açıklanabiliyor.
 Evrenin oluşumu öncesinde Tanrı olabilir, ki o alana giriliyor artık,
 evrenin varoluş tarihi Tanrı’nın varlığına ihtiyaç göstermiyor.
 Teori çok…
Paralel evrenler teorisi var…
 Var olan tek evren bizimkisi değil, başka evrenler de var.
 Bu teorinin pratikte henüz kanıtı bulunamadı. İlerde bulunabilir mi, bu da
 bilinmiyor.
 İnsanlığın elindeki araçlarla somut olarak araştırabileceği evren alanı
 sınırlı…
 Bu durum, evrende yalnız mıyız, başka canlı var mı? sorusunda özellikle
 ortaya çıkıyor.
 Önce canlı ne demek, bunu tanımlamak gerek…
 Tek hücreli amip de canlı ve bu tür canlının varlığı daha gelişmiş
 canlıların zorunlu olarak ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor.
 Canlıdan anlaşılan insan kadar gelişmiş bir canlı ise…
 Bırakalım evreni ve daha dar bir alana, kendi galaksimiz Samanyolu’na
 bakalım…
 Yıllar önce dünyadan radyo sinyalleri gönderildi. Galakside bir yerlerde
 insan kadar gelişmiş canlı var ise, bu sinyali anlayabilir ve cevap
 verebilirdi.
 Sinyalin ışık hızıyla galaksinin sonuna kadar gitmesi 100 bin yıl, cevap
 verilirse onun bize ulaşması da bir o kadar sürecek…
 Daha hızlı bir haberleşme aracı bulunmuyor çünkü ışık hızı aşılamıyor.
 Çok daha geniş olan evreni dikkate alırsanız görece dar bir alanda sıkışmış
 durumdayız denilebilir. Başka canlılar gelip bizi bulmazsa bizim onları
 bulmamız imkansız gibi görünüyor.
 İnsan Tanrı’yı sildiğinde O’nun yerine kendisini koydu, ama onun işlevlerini
tam olarak yerine getiremedi. Belki de hiçbir zaman getiremeyecek…
 Böyle bile olsa bu süreç ilerleyecek…
 İnsan gittikçe daha fazla Tanrılaşacak…