14 Ekim 2012 Pazar

NEDEN MODERN ATEİZM?





Engin Erkiner

Başlangıç yazılarında adettir, neden diye sorulur ve cevabı verilir.
Blogun adından da belli olduğu gibi ateistim, ama her şeyin çeşitlendiği bir zaman diliminde bu kelime kendi başına yeterince açıklayıcı olmuyor.
Adını hatırlamadığım yabancı bir ateist bir yerde, “Ben Müslüman bir ateistim” demişti.
Belirlemeyi saçma olarak görebilirsiniz. Hem Müslüman ve hem de nasıl ateist olunur? diye sorabilirsiniz.
Adamın söylemek istediği bu değil…
Ben ateistim ama Müslüman bir toplumda büyüdüm ve onun değişik değerlerini sosyalizasyon yoluyla içselleştirdim. Yaşım büyüdükçe bunların bir bölümünü irdeleyerek kurtuldum, ama hepsinden kurtulmam mümkün değildir ve dinin mutlaka farkında bile olmadığım etkileri de vardır.
Din, Tanrı’ya (İslama göre Allah’a) inanmaktan ve onun değişik kurallarına uymaktan ibaret değildir. Din, kültürün önemli bir bileşenidir. 
Meseleye bu yönden bakıldığı zaman Müslüman bir toplumda yaşayan ateistle, Hıristiyan bir toplumda yaşayan ateist arasında, ikisi de Tanrı’ya ya da Allah’a inanmamalarına karşın, farklılıklar olacaktır.
Dini bir kültür olarak ele almak ve dine karşı mücadeleyi de bu kültüre karşı mücadele ya da daha doğrusuyla o kültürün yerine onun işlevlerini üstlenebilecek başka bir kültür koymak olarak görmek gerekir.
Din kültürünü hedef almazsanız, onun hangi işlevleri yerine getirdiğini ve buradan hareketle başka nelerin bu işlevleri yerine getirebileceğini görmezseniz; her dinin vazgeçilmez parçası olan Tanrı’nın varlığına karşı istediğiniz kadar mücadele edin, başarılı olamazsınız.
20. yüzyılın gösterdiği gibi, önceden sanıldığının aksine, tekniğin ilerlemesiyle birlikte din giderek ortadan kalkmıyor, başka şekillere giriyor.
Salman Rüşdi geçtiğimiz günlerde bir Almanca gazeteye verdiği söyleşide, “50 yıl önce dine karşı savaşın artık kazanılmış olduğunu düşünüyorduk, ama şimdi yanıldığımızı görüyoruz” diyordu.
Fanatik dincilik İslam’a özgü değil. Örneğin militan Hinduzim var. Hıristiyanlıkta da militan sektler bulunuyor.
Buradan blogun amacına gelelim:
Burada amaç, Tanrı’nın varlığı yokluğu sorunuyla uğraşmak değildir.
Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu kanıtlanamaz.
Dini düşünce birkaç yüzyıldan beri sürekli olarak geriliyor. Eskiden Tanrı’nın varlığına kanıt olarak gösterilen birçok şey bilim tarafından açıklandı. Ne ki, dinci düşüncenin çekilebileceği hala büyük bir alan vardır.
Bu konuda Hıristiyanlığın (özellikle Katolikliğin) Müslümanlıktan çok daha bilinçli olduğunu belirtmek gerekir.
Müslümanlıkta kimyadaki periyodik elementler tablosunda Bismillahirrahmanirrahim yazdığı söylendiğinde, bununla ilgilenenler çıkabilir. Hıristiyanlıkta benzer bir şey söyleseniz, kimse sizi ciddiye almaz.
Yeri gelmişken Leman’da gördüğüm bir karikatürü belirtmeden geçemeyeceğim:
İzmir hayvanat bahçesinde bir aslanın Allah diye kükrediği söylentisi çıkınca çok sayıda ziyaretçi gelmeye başlamış.
Karikatür şöyle:
Kafeste iki aslan, çevrelerinde de çok sayıda izleyici var.
Aslanın birisi, “Tekbir” diyor…
Kalabalık, “Allahu Ekber” diye cevap veriyor.
Öteki aslan da, “Kafa bulma şu gariplerle” diyor.
Böyle bir durum bizden başka yerde karikatür konusu olmaz denilebilir.
Dinin günlük yaşamın içine ne oranda girdiğini burada da görebiliyoruz.
Bu konuda en azından benim bildiğim Hıristiyan ülkelerle Türkiye arasında önemli farklılık bulunuyor.
Din, kültür alanındaki üstünlüğünü büyük oranda kaybetmiş ve kendini farklı kültürel gelişmelere, toplumun ihtiyaçlarına uyarlamış durumda…
Bunu yapmak zorunda kalmış…
Bizde ise tersine bir durum var; değişik akımlar kendilerini dine göre ayarlamak zorunda kalabiliyorlar.
Bizde ahlak anlayışı büyük oranda dinden kaynaklanıyor ya da güçlü biçimde onun etkisi altında bulunuyor.
Çok sayıda Hıristiyan ülkesinde ise dinin dışında da ahlak var. Toplumda yerleşmiş normlar var ve din de bunları kabullenmek zorunda kalmış. Çok direnmiş ama sonunda kabullenmiş, kendini buna göre ayarlamış.
Örneğin kürtaj konusu…
Katolik Kilisesi yıllarca kürtaja karşı çıktı, halen de karşıdır ama ihtiyatlı konuşur. Çünkü çok sayıda kiliseye bağlı kişi için bile kürtaj bir hak olarak görülmektedir.
Kilise de mecburen kendini buna göre ayarlayacaktır.
Eşcinsellik konusu…
Kilise yıllarca eşcinselliği sapıklık ya da bir çeşit hastalık olarak değerlendirdi.
Bu görüşünden tümüyle vazgeçmiş olduğu da söylenemez.
Ne ki, eşcinsellik toplumda kabul edilen bir cinsel kimlik haline gelince, kilisenin eski tutumunu sürdürmesi zorlaştı ve hatta “eşcinsel dindarları dışlamak doğru mu?” diye de kendilerine sormaya başladılar.
Evlenmeden birlikte yaşamak konusu…
Bir süreden beri bunu kilise de kabul ediyor ve isterse etmesin…
Bu ülkelerde devrim olmamıştır ama kilisenin dışında verilen toplumu değiştirme kavgası, kiliseyi etkileyecek boyutta kültürel sonuçlara yol açmıştır.
O zaman kilise de değişmek zorundadır, yoksa tecrit olur.



KÜLTÜREL KORKAKLIK


Ateizmin kişinin dünya görüşüyle doğrudan ilgisi yoktur.
Bizde ateistler genellikle sosyalisttirler. Gerçi ateist olmanın ne demek olduğunu bilmezler, ama olsun. Ateizmin de Müslümanlık gibi ayrı bir kültür olduğunu, bir yaşam tarzı ve değerler sistemi olduğunu, Allah’ın yokluğuna indirgenemeyeceğini bilmezler ve ateizmin böyle bir boyuta sahip olabileceğini de düşünmezler.
Bizim insanımız, sosyalistler de dahil, kültürel olarak oldukça çekingen hatta korkaktır.
Ateist olmayı ya da dinin hedef alınmasını, Allah’ın varlık meselesine indirgerler ve bu biraz da işlerine gelir. Dine kültürel yönden, hayat tarzı yönünden, özellikle yaşanan din yönünden saldırmayı düşünmezler ya da cesaret edemezler.
Kilisenin Nazilerle nasıl işbirliği yaptığı defalarca ortaya çıkarıldı. Kilise yöneticileri bu konudaki pişmanlıklarını dile getirdiler ve konu hala da bitmedi.
Bizde ise Diyanet’in, imamların, değişik dini önderlerin 12 Eylül rejimiyle nasıl işbirliği yaptıkları hakkında ise yeterince laf eden olmadı. 


Ya da söylenenler sonuçta yaşanılan islama bağlanmadı.
Bizi yazılan dinden önce yaşanan din ilgilendirir.
Yaşananla yazılan birbirinden önemli oranda farklı ise, uzun süredir yaşanan esas alınır.
Nedeni basit: iş lafa geldi mi herkeste laf çoktur…
Yaşanan islamiyetle faşizmin bu ilişkisi üzerine gidilmez.
Müminlikle dolandırıcılığın nasıl iç içe olduğu konusu üzerine de gidilmez.
İşte Yimpaş ve benzeri çok sayıda şirket…
Almanya’da insanları öyle bir dolandırdılar ki, bu kadar olur.
Dolandırıcılık bütün boyutlarıyla bilinmiyor çünkü bir bölüm insan utandığı için gerçek durumunu açıklayamıyor.
Gazetelere yansıyan bir tanesini unutmam:
Bir adam yeni tanıştığı bir kişiyle birlikte namaz kılmış, ona güvenmiş; adam ona parası için yüksek kazanç vaat etmiş ve o da 300 bin DM vermiş… (O yıllarda Avro yoktu).
Karşılığında herhangi bir anlam taşımasa bile makbuz dahi almamış…
“Ona güvendim verdim” diyordu.
Tabii para uçmuş!
Cami hocaları hutbelerinde ilgili şirketi övmüşler, müminlere önermişler. Çok sayıda kişi müminleri gezip, birlikte namaz kılıp para toplamış…
Büyük organizasyon, birkaç kişinin becereceği iş değil…
Yaşanan islamla her çeşit numaranın, dolandırıcılığın nasıl iç içe olduğunu anlatmak yerine, Allah var mı yok mu konusuna girmek ya korkaklıktır ya da aptallık…
Bu blogda bunların üzerinde durulmaya çalışılacak…
Ek olarak evrenbilim ve yaradılış konusu üzerinde durulacak ve bu alanda Katolik Kilisesi’nin 1980’li yılların ortalarında Vatikan’da düzenlediği uluslar arası sempozyumda konuşulanlar yorumlanacak…
Bir başka önemli konumuz, Kurtuluş Teolojisi olacak ya da Hıristiyanlığın bir yoksullar felsefesi olarak yorumlanması konusu…
Buna anti kapitalist Hıristiyanlık da diyebilirsiniz…
Anti kapitalist Müslümanlık konusu henüz yeni ve bu arkadaşların gelişmesine destek olmayı isteriz. Kendi yerimizi bilerek, onların da yerini bilerek ve ortak noktalarımızın nasıl geliştirilebileceğini düşünerek…
Okur son olarak bu blogda mesaj yazma bölümünün olmadığına dikkat edecektir.


Ortamın ortalama bilgi ve kültür düzeyi fazlasıyla biliniyor. Bir konu hakkında konuşmak için onu bilmek gerekmiyor ve herkes konuşuyor.
İyi sayılabilecek bir örnek vereyim:
İslam’da kurtuluş teolojisinin geriliği konusunda yıllar önce birisi bana şöyle yazmıştı:
“Avrupa Aydınlanmayı yaşadı. Bu nedenle orada durum farklıdır.”
Kurtuluş Teolojisi’nin doğum yeri Avrupa değil, Latin Amerika…
İnsan en azından bunu bilir de öyle konuşur!
Bu yine de iyi bir örnek…
Bu nedenle zamanımı boşuna harcamak ve böylesine sözde fikir alışverişleri yapmak istemiyorum.
Zamanım oldukça ve pek düzenli olmayan biçimde burada yazacağım.
Hoşuna gitmeyen okumaz, bu kadar basit!
İleride nasıl gelişme olur, şimdiden bilemiyorum.